MUTLULUK VARSAYIMI : Modern Gerçekliği Kadim Bilgelikte Bulmak

Ne yapmalıyım, nasıl yaşamalıyım ve kim olmalıyım?

     Yazar Jonathan Haidt’e göre modern hayatın içinde pek çoğumuzun sorduğu sorular bunlar ve cevapları çok uzağımızda değil. Öyle ki şu sözlerle tiye alıyor her yerde karşımıza çıkan bilgelik cevaplarını. “Bilgelik şimdi o kadar ucuz ve bol ki, takvim yaprakları, çay poşetleri, şişe kapakları ve eş dostun yönlendirdiği yığınla elektronik mesajla üzerimize yağıyor.”

      Burada bir parantez açmak istiyorum. Yıllar önce Hermann Hesse’nin bir cümlesini okumuştum tam da bu konuyla ilgili. Bilgi aktarılır, bilgelik aktarılmaz yazmıştı. Bu cümlenin anlamı üzerine düşündüğümüzde, entelektüel fakat bilgelikten oldukça uzak büyük bir güruhun varlığını anlamlandırabiliyoruz. Bilgiyi kitaplardan yazan halinden alıp dimağımıza aktardığımızda bilge olmuyoruz ne yazık ki. Zihnimizdeki o tohumu suladığımızda, kök salmasını sağladığımızda, hayatımıza kattığımızda başlıyor dönüşüm.



     
     Jonathan Haidt de bir sosyal psikolog olarak kadim bilgelik kaynaklarını inceleyerek (Hindistan, Çin ve Akdeniz kültüründe ortaya çıkmış klasik öğretiler ve kutsal kitaplar) , çeşitli  psikolojik deneyleri ve çıkarımları katarak,  bir öğretmen bakış açısıyla  bazı soruların cevaplarını arıyor kitabında. İnsanların yaşamda anlamı bulmasına yönelik bir akım olan pozitif psikolojinin araştırdığı temel duygulardan biri olan mutluluk. Kitabın başlığından da anladığımız gibi yazar Haidt’te bu duyguyu anlama ve açıklamanın peşine düşüyor.

Bölünmüş Benlik


     Mutluluk Varsayımı, on bir bölümden oluşuyor. İlk bölümün Bölünmüş Benlik, olması tesadüf değil. Ruh ve bedenin birbirine karşıt gibi görünen ama aslında öyle mi olduğunu sorgulatan bir giriş ile başlıyor yazar mutluluğu anlatmaya. Ben de bu yüzden bu bölümü detaylıca açıklamak istedim. Eğer ilk bölümdeki sorgulama hoşunuza giderse kitabın sonraki  kısımları da ilginizi çekebilir.





     Zihin üzerine düşünmekte zorlandığımız için benzetmelere başvurduğumuzu söyleyerek söze giriyor yazar. Geçmişten günümüze zihin üzerine yapılan benzetmelerin farklılaşması bile insanın yaşadığı değişim sürecinin bir parçası. Buda, zihni bir fil ile kıyaslıyor; aklın eğiticisi tarafından kontrol edilen bir fil gibi olduğunu yanlış yollara sapmayacağını söylüyor. Platon, insanı bir ata arabacısına benzetiyor; iyi ve kötü atları kontrol etmek arabacıya düşüyor. Freud ise zihni üçe bölüme ayırıyor: id, ego ve süperego. İd üzerinde denetim kurmak ve süperegodan bağımsız olmasını sağlamak psikanalizin temel amacı. Yirminci yüzyıla gelindiğinde ise kullanılan metaforlar değişiyor, Haidt bu durumu şöyle ifade ediyor:


          "Freud, Platon ve Buda’nın her üçünün de dünyası ıslah edilmiş hayvanlarla doluydu. İnsanın, benliğinden çok daha büyük bir yaratık üzerinde kendi iradesini gerçekleştirmek için mücadele verdiğinin farkındaydılar. Ama 20.yüzyıl ilerledikçe, arabalar atların yerine geçti ve teknoloji insanların fiziksel dünyaları üzerinde daha fazla denetim sağladı. İnsanlar metaforlara başvurduklarında, zihni, bir otomobilin sürücüsü yada bilgisayarda çalışan bir program gibi gördüler. Freud’un bilinçdışı hakkında söylediği her şey unutuldu ve sadece düşünmenin, karar almanın mekanizmalarına odaklanıldı. Sosyal bilimcilerin yüz yılın son 30 yılında yaptıkları buydu: Sosyal psikologlar önyargıdan arkadasşlığa kadar her şeyi açıklamak için “bilgi işleme” kuramları yarattılar. Ekonomistler insanların yaptıkları şeyi neden yaptıklarını açıklamak için “rasyonel seçim” modellerini ürettiler. Sosyal bilimler, insanların hedefler koyan ve bunları ellerindeki bilgi ve kaynaklarla zekice izleyen rasyonel özneler oldukları fikrinde birleştiler.

            Peki, insanlar neden bu kadar aptalca şeyleri yapmaya devam ediyorlar? Neden kendilerini idare etmekte başarısız oluyorlar ve kendileri için iyi olmadığını bildikleri şeyleri yapmayı sürdürüyorlar? Yazı yazmak üzere sabah 6’da kalkmaya karar verebilirim ama çalar saati kapattıktan sonra yataktan kalmak için gösterdiğim tüm gayret boşa gidebilir. Kötü atın “duvar gibi sağır” olduğunu söylerken Platon’un neyi kastettiğini şimdi anlıyorum. Suçluluk duygusu, arzu veya korku çoğu zaman muhakemeden daha güçlüydü.

            Akılcı seçim ve bilginin işlenmesine ilişkin modern kuramlar, iradenin zayıflığını yeterince açıklamıyor. Ancak hayvanların denetlenmesine dair daha eski metaforlar halen geçerli. Kendi zayıflığıma hayret etmiştim ve kendim için filin sırtındaki binici imgesini bulmuştum. Dizginleri elimde tutuyorum, sağa ya da sola çekerek dönmesini, durmasını veya gitmesini söyleyebiliyorum. Ancak onu, yalnızca kendi istekleri olmadığında yönetebiliyorum. Fil gerçekten bir şey yapmak istediğinde, onunla baş edemiyorum.”


            Bu metafordan yola çıkarak yazar zihindeki irade ve arzuların çatışması durumunu açıklıyor. Mutsuzluğumuzun kaynağını da çoğu zaman bu kaotik durum oluşturuyor. Peki bu karmaşanın sebepleri nelerdir? Zihin ile bedenin bu çatışmadaki yeri nedir?


       Haidt, analitik ve kapsayıcı bir biçimde cevaplıyor sorduğu soruları. Sunduğu bazı bilimsel bilgiler özellikle mutlulukta genetik belirleyicilik kısmı beni çok şaşırttı. Kendimizde tanımladığımız kişilik özelliklerinin oluşumunda katılımın etkisi ilgili yapılan çalışmaların sonuçları sizi de şaşırtabilir. Yazarın konulara bütünleyicilik ilkesi ile yaklaşması ve eleştirel yaklaşımı da dikkat çeken bir diğer unsur.  Ben kitabı biraz ders kitabı gibi okudum, notlar alıp çalışarak. Bu anlamda okumak isteyen herkese tavsiye ediyorum. 

Yorumlar

  1. İletişim olanaklarının artmasıyla birlikte veri, bilgi yağmuru altındayız adeta. Peki bu bilgelik getirir mi veya bilgelik yolunda bireyin ilerlemesini sağlar mı? Pek sanmıyorum. Bu bireyin özümseme kapasitesi ile doğrudan ilgilidir. Kısa mesajlar, e-postalar ile iletilen, arama motorları ile kolayca ulaşılabilen ama özümsenmeyen veriler... Hermen Hesse doğru söylemiştir bilgi aktarılır, bilgelik aktarılamaz. Veri içinde yüzen ama bilgiye doymamış pek çok insan doldurmuştur günümüzde boşluğu. Bilgelik/Hikmet/Wisdom kolay yakalanabilecek kavramlar değildir. Mutluluğu yakalamaya vesile midir bilgelik bilinmez. Bilgelik için en önemli yetenek olan özümseme kapasitesinin hangi unsurlara bağlı olduğunu ayrıca ele almak lazım.
    Mutluluğun kaynakları, üzerine akademik çalışma yapılabilecek bir konu. Literatürde bu konuda fazla çalışma olduğunu sanmıyorum ama emin değilim yine de bakmak lazım, çalışma varsa da son çeyrek yüzyılda ivme kazanmıştır. Keşfedici ardışıl araştırma deseni en uygun metodoloji olur bu çalışma için diye düşünüyorum.
    John Donne güzel söylemiş. İnsan bütün değildir tek başına, değerli ya da anlamlı da değildir.
    Çünkü değerimiz diğerimizde...

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar