Kelebek ve Dalgıç : Umut Hep Vardır
İzlenmesi
zor filmler vardır. Tüm bir hayatın yükünü yükler karşımızda duran ekrana. Gördüklerimizi
izlemeye sabredemezken biz, cesaret edemezken yüz yirmi dakikanın bitmesine; arka
arkaya eklenir sahneler. Sahip olduklarına imrenirken başında o filmin, kendi
halimizden memnun olduğumuz bitişler yaşarız sonunda. 2007 yılında yönetmeni Julian
Schnabel’e Cannes’da en iyi yönetmen ödülü dâhil olmak üzere birçok ödül
kazandıran Kelebek ve Dalgıç tam da böyle bir film.
Hastanelerin
insanları çaresiz hissettiren beyaz odaları tüm kaçış yollarını kapatır insana.
Paris’ten uzak, kuruluş amacının dışına evrilen, denize feneri ile yan yana
hastane odasında başlar film. Jean-Dominique Bauby, hayatının en korku dolu, en
umutsuz, en güçsüz zamanlarını bu odada yaşar.
"Uzaklaşıyorum... Yavaş, fakat emin
bir şekilde. Tıpkı bir denizcinin demir aldığı kıyıdan uzaklaşması gibi
geçmişimden uzaklaştığımı hissediyorum... Eski hayatım hâlâ içimde alev alev
yansa da, yavaş yavaş anıların küllere dönüştüğünü biliyorum..."
Hayatın
sonsuz döngüsü Jean-Dominique Bauby’i kımıldayan sol gözü dışında hareketsiz
yattığı yatağa sürüklemiştir. Kendini okyanusun dibinde bir dalgıç kıyafeti ile
batarken düşler sık sık. Okyanusun dibinde gördüğü resimler vardır.
Kalbini
kırdığını düşündüğü eski karısı, yeteri kadar ilgilenmediği çocukları, her gün
beklediği ama hiç gelmeyen büyük aşkı, çok gerilerde kalmış şaşaalı ve renkli
hayatı, özlediği babası. En kötüsü Bauby’nin bunların hiçbirini düzeltecek
şansı olmamasıdır. Sol gözü dışında yoktur hareket eden hiçbir parçası. Uzaktan
bir enkaza döndüğünü gördüğü yaşamında zihninin yardımıyla kendine bir pencere
açar. Kafasını uzatır usulca o pencereden, dalgıç giysisini çıkarır. Hayal gücü
ile yaşamaya devam eder.
Tüm bunların içinde Bauby umuda dair de bir hikâye anlatır. Hapsolduğu bedeninin
içinde alnına konan kelebekleri anlatır bize. Tek gözünün kırparak
anlatabildiği bir dil kurar ve bu dille Kelebek
ve Dalgıç’ı yazar.
İzlenmesi zor filmler vardır. Tüm bir hayatın yükünü yükler karşımızda duran ekrana. Gördüklerimizi izlemeye sabredemezken biz, cesaret edemezken yüz yirmi dakikanın bitmesine; arka arkaya eklenir sahneler. Sahip olduklarına imrenirken başında o filmin, kendi halimizden memnun olduğumuz bitişler yaşarız sonunda. 2007 yılında yönetmeni Julian Schnabel’e Cannes’da en iyi yönetmen ödülü dâhil olmak üzere birçok ödül kazandıran Kelebek ve Dalgıç tam da böyle bir film.
Sol gözümüzden başka tutunacak bir dalımız kalmasa bile alnımıza konan kelebekleri yok saymayacağımız kadar güzeldir belki hayat. Pişmanlıkları telafi edecek gücümüz varsa kelebeklere dokunmakta da çok geç kalmamalıyız.
Yorumlar
Yorum Gönder