Drive: " Bizler dışsal etkenlerle motive olmuş kar maksimize edicileri değil, doğuştan motivasyonlu amaç maksimize edicileriyiz."
Motivasyon nedir sorusunun cevabı
kişisel ve psikolojik bir olgudur ilk bakışta. Halbuki motivasyon kitleleri
etkileyen, ekonomik, politik, dini yönleri olan çok katmanlı bir meta-teoridir.
“Drive” ın diğer kitaplardan farkının bu olduğunu düşünüyorum. Bugün içinde
yaşadığımız kapitalist ekonomik sistem ve modern hayat tamamen kitleleri bu
hayatın içinde tutan motivasyon unsurları ile beslemektedir. Her şehirde izine
rastladığımız alışveriş merkezleri, televizyonda sürekli gördüğümüz reklamlar,
iş yaşamında aldığımız maaşlar ve primler; satın alabileceğimiz bunca şey bizi
motive eden unsurlardır.
Peki, siz de çevrenizde iyi bir işi olan,
ortalamanın üstünde yaşam kalitesi olan fakat son derece mutsuz ve yaşadığı
hayattan çıkmak isteyen insanlarla karşılaşmıyor musunuz? Bu insanlardan birine
dönüştünüz belki de. David Pink’in kitapta bahsettiği bizi yaşadığımız sarmala
çeken Motivasyon Sistemi 2.0 . Bir
işlemci şeklinde görüp tanımladığı bu sistem yazara göre Sanayi Devrimi ile
gelip bugünlere kadar ulaşan bir örüntü. Fakat Pink’e göre sistemin çok büyük
bir kusuru var o da insan ruhuna uygun olmaması.
Ruhumuza uygun olmayan bu sistemi
neden benimsedik öyleyse ? Kitabın konusu bu değil fakat okurken aklımızı
kurcalayan bir soru. Ben kendi adıma şunu geçirdim zihnimden: insanın zaafları,
kusurları ya da yaralanmaya açık yanları vardır. Bize uymasa bizi tamamlamasa
hatta eksiltse bile onu isteriz. Çünkü tam da o zaaflarımıza hitap ediyordur.
Bizi yok eden bir hikaye de yaşamanın bize iyi geldiğini sanırız. İhtiyacımızın
tam tersi olduğunu kabullenmek istemeyiz. Ruhumuzun çığlığını sustururuz.
Tüketmek ve sahip olmak içgüdüsü insan olmanın getirdiği o yumuşak karın.
Mülkiyet bizim ruhumuzun sorunlu alanı. Sanayi Devrimi ile gelen iktisadi,
politik ve toplumsal bu sistem tam da bu alana hitap ediyor. Vaat ediyor;
kazanan tarafsak ödüllendiriyor yanlış yaptıkça cezalandırıyor. Kazandıkça daha
çok mülkiyete sahip oluyoruz kaybettikçe sahiplendiklerimizi yitiriyoruz.
David Pink bir hikaye anlatıyor
bize. Hikaye çok akılda kalıcı. Basit ve kitap boyunca yazılanları özetleyen;
insan ruhunu anlatan bir hikaye :
“Farz edelim ki 1995
yılındasınız. Bir ekonomistin yanındasınız. Ekonomi alanında mastır sahibi,
işletme fakültesinde hocalık yapan başarılı bir ekonomist. Ona şöyle diyorsunuz:
“Elimde bir kristal küre var. Onunla on beş yıl sonrasını görebilirim. Senin
geleceği görme yeteneğini test etmek istiyorum.”
Hoca kuşkulu ama muhabbeti
bozmuyor.
Devam ediyorsunuz: “İki yeni
ansiklopediden bahsedeceğim. Biri henüz piyasaya çıkmadı. Biri de birkaç seneye
çıkmış olacak. 2010 yılında hangisinin başarılı olacağını tahmin etmenizi
istiyorum. İlk ansiklopedi Microsoft tarafından yayınlanıyor. Bildiğiniz gibi
Microsoft hali hazırda. Büyük ve karlı bir şirket. Bu yıl Windows 95’in çıkışı
ile birlikte adeta çağının en büyük şirketi haline geldi. Bu ansiklopediye
Microsoft kaynak sağlıyor. Profesyonel yazar ve editörlere ücret ödeyerek
binlerce farklı konuda makaleler yazdıracak. Dolgun maaşlı yöneticiler, projeyi
titizlikle kontrol ederek zamanında ve bütçeye uygun olarak bitmesini
sağlayacak. Sonrasında Microsoft bu ansiklopediyi CD-ROM formatında ve ileride
de internet üzerinden satacak.
İkinci ansiklopediyi bir şirket
çıkarmıyor. Ansiklopedi, sırf hoş zaman geçirmek için makale yazan,
yazılmışları edit eden binlerce kişinin eseri. Bu kişilerin olaya katılması
için hiçbir özel vasıf sahibi olması gerekmiyor. Makale yazsın ve edit etsin diye
kimseye tek dolar, avro veya yen ödenmeyecek. Katılımcılar, bu ansiklopedi için
bazen haftada yirmi-otuz saat zaman ayıracak. Hem de tek kuruş kazanmadan.
Ansiklopediye insanlar internetten ulaşabilecekler. Ve bunun için para
ödemeleri gerekmeyecek.
Şimdi on beş yıl sonrasını düşün.
Kristal kürene göre 2010 yılında bu ansiklopedilerden biri dünyanın en büyük,
popüler ansiklopedisi olurken diğeri yok olacak. Sence hangisi?”
Sorunun cevabı son derece
basitti. Öyle ki hocanın sınavda soramayacağı kadar basitti.
Ama işler nasıl gitti sizde
biliyorsunuz. Ancak 31 Ekim 2009’da Microsoft, on altı yıllık MSN Encarta
ansiklopedisinin fişini çekti. Öte yandan Wikipedia, yani ikinci model,
dünyanın en geniş ve en popüler ansiklopedisi oldu. ”
İki yüz altmış dünya dilinde on
milyondan fazla başlık bulunmayan bu sözlük nasıl bu kadar popüler oldu?
Motivasyona dair klasik görüş bunu açıklayamaz daha da önemlisi iktisadın temel
mantığı da bunu açıklayamaz. Para kazanmadığı bir işi bu insanlar neden yaptı ?
“Fayda Maksimize Edici” makineler değiliz çünkü. Harici dürtülerden başka
dürtülerimiz de var. “Drive” bize insanın gerçek motivasyon hikayesini
anlatıyor.
“Bizler dışsal etkenlerle motive olmuş kar maksimize
edicileri değil, doğuştan motivasyonlu amaç maksimize edicileriyiz. Yirmi
birinci yüzyıl ekonomisinin insanların yaptıklarına dair düşünceleriyle
bağdaşmaz. Çünkü ekonomistler sonunda anlamaya başladılar ki bizler dar kafalı
ekonomik robotlar değil, sapına kadar insanız. Ve belki de en önemlisi şu ki
işyerinde gerçekte yaptıklarımızla uyumlu olması çok zor. Çünkü artık giderek
daha fazla sayıda insan için iş, rutin, can sıkıcı ve başkalarının emriyle
yapılan bir şey değil, daha yaratıcı, daha ilginç ve bağımsızlık sunan bir şey.
Tüm bu uyum sorunlarını bir arada düşündüğümüzde görüyoruz ki işletim
sistemimizde ters giden bir şeyler var.”
Bu Takım Çantasında Ne Var?
Kitabın bütününü inceleyecek
olursak üç temel kısımdan oluşuyor. Birinci kısımda ödül ve ceza sistemindeki
kusurlar yer alıyor. Ödül ve ceza sistemi bize anlatıldığı kadar işe yarayan
bir gerçek mi? Ödül ve ceza sisteminin altında yatan temel argüman: “Bir
hareketi ödüllendirirseniz tekrarlanmasını sağlarsınız. Bir hareketi
cezalandırırsanız, tekrarını önlersiniz.” Bu bölümde ödül ve cezaların negatif
davranışları azaltmak yerine onların önünü açabileceği ve aldatma, bağımlılık
ve tehlikeli seviyede bir dar görüşlülüğe neden olabileceği belirtiliyor ve
çeşitli sosyal deneylerle de ispat ediliyor. Böylelikle motivasyona dair hakim
olan görüşün modern hayat ve iş dünyası ile giderek nasıl uyumsuz hale
geldiğini irdeliyor.
İkinci bölümde, ödül-ceza
sisteminde yer alan özel durumları saymazsak genellikle bu sistemin hedeflenen
sonucun tam tersi etki yarattığı anlatılıyor.
Bugüne kadar psikoloji de ana akım bir görüş olan ödül-ceza sisteminin
artık insan ruhuna uymayan yanlarını örneklerle açıklıyor yazar.
Üçüncü bölümde ise, yazar harici
motivasyon unsurlarından ziyade içsel unsurlara dayanan, hayata yeni bir gözle
bakmayı benimsemiş yaklaşımı Tip I davranış olarak tanımlıyor. Gücünü
içimizdeki hayatı yönetme ihtiyacından, yeni şeyler öğrenme ve yaratma,
kendimizi ve dünyamızı daha ileri noktalara taşıma arzumuzdan aldığını
belirtiyor. Bir başka deyişle Pink yeni
şeyler öğrenme ve yaratma, kendimizi ve dünyamızı iyileştirme, geliştirme
yönündeki doğuştan gelen ihtiyacımız olduğunu belirtiyor.
Devam eden üç bölümde Tip I
davranışın üç öğesinin özerklik, ustalık ve amaç olduğunu belirtiyor.
Özerklik, kendi kendimizi yönetme arzusu,
· Ustalaşma, yaptığımız her şeyde iyiyle
yetinmeme, daha iyisi olma dürtüsü,
· Amaç ise kendimizden daha büyük daha
yüce bir şeyin parçası olma isteği şeklinde tanımlıyor.
Kitabın en sevdiğim yanı bize içinde
yaşadığımız sistemle ilgili bir bakış açısı kazandırması. Yalnızca para
kazandığı bir işte çalışmanın insanı mutlu etmemesinin normal olduğu gerçeğini
sunması. İyileşmek için önce hastalığımızı doğru tanımlamamız gerekiyor ve bu
kitap bunu gerçekten iyi yapıyor. Okumanızı içtenlikle tavsiye ederim.
Yorumlar
Yorum Gönder